Edward Theodore Gein, hem seri katil hem de bir mezar hırsızı. Oldukça dominant bir anne ile büyüyen Gein’in o güne kadar gayet normal seyreden hayatı, 39 yaşında annesini kaybettikten sonra tümüyle değişir.

HER ŞEY ANNESİ ÖLÜNCE BAŞLADI

Zaten içine kapanık birisi olan Gein, babası ve abisinden sonra hayattaki tek yakını olan annesini de kaybedince kendini tamamen yalnız hissetmeye başlar ve git gide tuhaflaşır. Tek arzusu ölen annesini hayata geri döndürmektir. Bunun için anatomi ile ilgilenmeye başlar. Öğrendiklerini uygulamak için çalışmalar yapması gerekmektedir ve bunun için tek seçeneği mezarlıklardır. Böylece mezar hırsızlığına başlar. Geceleri evinin yakınındaki mezarlıktan cesetler çıkartıp üzerlerinde deneyler yapar.

KADIN BEDENİNİ TAKINTI HALİNE GETİRİR

Kadın bedenine karşı ilgisi artar ve bu bir yerden sonra kendisinde takıntı haline gelir. Bir süre sonra artık annesini diriltemeyeceğinin farkına varır ve işler çok başka, tuhaf bir boyuta geçer. Annesi ile benzer yaşta, benzer vücuda sahip bir kadını öldürür ve daha sonra derisini yüzer. Bu derinin üzerine annesinin kıyafetlerini giyip dolaşmaya başlar. Annesini geri getiremeyeceğini anlayınca onun yerine geçmeye karar vermiştir. Kendisini hadım etmeye karar verse de buna cesaret edemez ve kadın bedenine duyduğu saplantılı ilgiyi kadın kıyafetleri giyerek gidermeye çalışır. Kadın vücuduna duyduğu merak onda tuhaf bir takıntı halindedir ama hayatı boyunca hiçbir kadın ile birlikte olmamıştır.

İNSAN DERİSİNDEN SÜS EŞYALARI YAPMAYA BAŞLAR

Bir yerden sonra insan derisi işlemede ustalaşan Gein, çaldığı insan bedenlerinden kestiği derilerle süs eşyaları yapmaya başlar. Yakalandı zaman evinde, çöp kutusundan koltuğa, kemerden bardak altlığına kadar insan derisinden yapılmış pek çok nesne bulunur. Hem öldürdüğü insanlardan hem de mezarlıktan çaldığı bedenlerden parçalarla evini dekore eden Gein yakalandığında içerideki manzara korkunçtur. Cinayet işlerken tek amacının evini süslemek olduğunu söyler.

ABD’nin en tuhaf katillerinden biri olan Ed Gein, tüm bunlara rağmen şizofreni tanısı ile hapishane yerine akıl hastanesine gönderilir ve hayatının kalan kısmını orada geçirir. Onun bu tuhaf hikayesi Alfred Hitchcock’un ünlü filmi Sapık’tan, Kuzuların Sessizliği’ne kadar pek çok popüler kültür öğesine ilham vermiş ve hikayesi farklı şekillerde kurgusallaştırılarak kullanılmıştır.

HABER MERKEZİ