Devlet, toplumun düzenini sağlamak, bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak ve kamu hizmetlerini yürütmekle yükümlü olan en üst otoritedir. Ancak bu görevlerin etkili ve adil bir şekilde yerine getirilebilmesi, yalnızca yasa yapmaktan veya uygulamaktan ibaret değildir. Devletin en temel işlevlerinden biri, hatta belki de en önemlisi, bu süreçlerin denetimini sağlamaktır. Denetim olmadan hiçbir sistem uzun vadede sağlıklı işlemez; yetki, sorumluluk ve kamu kaynakları kötüye kullanılabilir. Bu nedenle denetim, sadece devletin değil, demokratik bir toplumun da sigortasıdır.
Denetim, devletin tüm kademelerinde şeffaflık, hesap verebilirlik ve hukuka uygunluk ilkesinin hayata geçirilmesini sağlar. Yasama organının yürütmeyi denetlemesi, yargının yasaların uygulanışını kontrol etmesi, Sayıştay gibi kurumların kamu harcamalarını incelemesi; devletin kendi iç işleyişinde denetimin ne denli merkezi bir yer tuttuğunu gösterir. Ayrıca, idari denetim mekanizmaları sayesinde bürokratik yapının keyfiliğe kayması önlenir.
Etkin bir denetim sistemi, yalnızca mevcut hataların tespitiyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda gelecekte benzer sorunların yaşanmaması için önleyici rol de üstlenir. Bu bağlamda etik kurullar, müfettişlik sistemleri, bağımsız denetim kurumları gibi yapılar; devletin kendi işleyişini düzeltmesini ve geliştirmesini sağlayan önemli araçlardır.
Toplumun devlete olan güveninin artması da doğrudan doğruya denetimin kalitesiyle ilgilidir. Bir vatandaş, vergisinin nereye harcandığını öğrenebildiği, kamu görevlilerinin hesap verebilir olduğunu gördüğü ve hakkını arayabildiği bir sistemde devlete daha güçlü bağlarla bağlanır.
Sonuç olarak, devletin en önemli işi yalnızca yasa yapmak veya uygulamak değil, bu süreçlerin hukuka ve kamu yararına uygun biçimde yürütülüp yürütülmediğini denetlemektir. Etkin bir denetim sistemi olmadan ne adalet sağlanabilir ne de toplumsal refah kalıcı olur. Bu nedenle devletin kurumsal yapısını güçlendirmek isteyen her ülke, denetim mekanizmalarını bağımsız, şeffaf ve etkili kılmak zorundadır. Denetimin olmadığı yerde güç yozlaşır, hukuk zayıflar ve halkın devlete olan güveni erozyona uğrar.
Sokak hayvanları, şehirlerimizin sessiz ama en sadık sakinleridir. Kimi zaman bir parkta dinlenirken, kimi zaman bir apartman girişinde soğuktan korunmaya çalışırken karşımıza çıkarlar. Gözlerinde sevgi, zaman zaman korku ve çoğu zaman da umut vardır. Bu umut, insanlardan gelecek bir kap yemek, biraz su ve en önemlisi şefkat beklentisidir. Sokak hayvanlarına sahip çıkmak, sadece bir merhamet göstergesi değil, aynı zamanda insanlığımızın ve toplum olarak gelişmişliğimizin bir göstergesidir.
Sokakta yaşayan kedi ve köpekler, günlük yaşamlarında birçok zorlukla karşı karşıya kalmaktadır. Açlık, susuzluk, trafik kazaları, kötü muamele ve sert hava koşulları, onların hayatlarını tehlikeye sokan başlıca faktörlerdir. Özellikle kış aylarında barınacak yer bulamayan hayvanlar donma tehlikesi yaşarken, yaz aylarında susuzlukla mücadele ederler. Bunların yanında bazı insanlar tarafından kötü muameleye maruz kalmaları, onların güven duygularını da zedeler.
Hayvanlar da tıpkı insanlar gibi yaşama hakkına sahiptir. Onlara zarar vermek değil, yaşamlarını kolaylaştırmak bizim görevimizdir. Belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve bireyler olarak her birimizin bu konuda sorumluluk alması gerekir. Yerel yönetimlerin barınaklar kurması, kısırlaştırma ve aşı kampanyaları düzenlemesi, halkın ise sokak hayvanlarına mama, su ve barınma imkânı sağlaması hayati öneme sahiptir.
Sokak hayvanlarına destek olmak için herkesin yapabileceği küçük ama etkili adımlar vardır:
Ülkemizde hayvan haklarını koruyan yasalar mevcuttur. 2021 yılında yürürlüğe giren düzenlemeyle birlikte hayvanlar artık "mal" değil, "can" olarak kabul edilmekte ve kötü muameleye karşı daha ciddi yaptırımlar uygulanmaktadır. Ancak yasal düzenlemeler kadar, toplumsal farkındalık da önemlidir. Her bireyin hayvanlara karşı duyarlı ve bilinçli olması, yasaların etkinliğini artıracaktır.
Sokak hayvanlarına sahip çıkmak, bir lütuf değil; bir görevdir. Onlar da bu dünyanın birer parçası ve bizimle aynı gökyüzünü paylaşıyorlar. Unutmayalım ki, bir cana dokunmak, bazen dünyayı değiştirmek demektir (en azından o can için)
Sokaklarda yalnız kalmasınlar; gelin, birlikte sahip çıkalım.
Unutmayalım ki bir yere gittiğinizde oranın sokak hayvanları sizden kaçmıyorsa oranın insanları iyi insanlardır...
Gelişen teknoloji ile birlikte hayatımıza giren dijital araçlar, yaşamımızı birçok yönden kolaylaştırmıştır. İnternet, akıllı telefonlar, bilgisayarlar ve sosyal medya platformları sayesinde bilgiye ulaşmak, iletişim kurmak ve eğlenmek çok daha hızlı ve pratik hale gelmiştir. Ancak bu kolaylıklar, beraberinde önemli bir tehlikeyi de getirmiştir: dijital bağımlılık.
Dijital bağımlılık, kişinin dijital cihazlara ve internete kontrolsüz ve aşırı şekilde bağlı olması durumudur. Bu durum, bireyin günlük yaşamını, sağlığını, sosyal ilişkilerini ve ruh halini olumsuz etkileyebilir. Özellikle gençler arasında yaygınlaşan dijital bağımlılık, ders başarısında düşüşe, uyku problemlerine, sosyal izolasyona ve fiziksel sağlık sorunlarına neden olabilmektedir.
Sosyal medya, çevrim içi oyunlar, video platformları ve sürekli gelen bildirimler, beynimizin ödül mekanizmasını etkileyerek bizi daha fazla ekran başında tutar. Zamanla kişi, gerçek hayattan uzaklaşıp sanal dünyaya bağımlı hale gelir. Bu da hem bireysel hem toplumsal sorunlara yol açar.
Dijital bağımlılıkla mücadele edebilmek için öncelikle farkındalık oluşturulmalıdır. Ekran başında geçirilen süre kontrol altına alınmalı, dijital detokslar yapılmalı ve bireyler kendilerine dijital olmayan alternatifler yaratmalıdır. Aileler, çocuklarının internet kullanımını takip etmeli, onları sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlere yönlendirmelidir. Okullarda dijital okuryazarlık eğitimi verilmeli, bilinçli ve dengeli teknoloji kullanımı teşvik edilmelidir.
Unutmamak gerekir ki teknoloji, doğru kullanıldığında bir nimettir; ancak bilinçsizce kullanıldığında bağımlılığa ve pek çok soruna yol açabilir. Önemli olan, dijital dünyayı bir araç olarak görmek ve onu hayatımızın merkezine koymamaktır.
Sonuç olarak, dijital bağımlılık çağımızın önemli bir sorunudur ve bu sorunun üstesinden gelmek ancak bilinçli bireyler ve toplumsal iş birliği ile mümkündür. Teknolojiyi kontrollü kullanarak hem sağlığımızı hem de yaşam kalitemizi koruyabiliriz.
Doğa ve kültür, bir milletin geçmişiyle geleceği arasında kurduğu en güçlü köprülerden biridir. Tabiat varlıklarımız, milyonlarca yılın birikimi olan doğal güzelliklerimizdir; kültür varlıklarımız ise atalarımızın yüzyıllar boyunca oluşturduğu, yaşam tarzımızı ve değerlerimizi yansıtan eserlerdir. Hem doğal hem de kültürel mirasımız, bizlere bırakılmış birer emanet değil, gelecek nesillere aktarmamız gereken birer sorumluluktur.
Ne yazık ki günümüzde birçok tabiat ve kültür varlığı, bilinçsizce yapılan faaliyetler nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ormanların tahrip edilmesi, doğal alanlara yapılan plansız yapılar, tarihi eserlerin korunmaması veya kaçakçılığı gibi pek çok sorun, bu mirasın geri dönüşü olmayacak şekilde zarar görmesine yol açmaktadır.
Tabiat varlıklarımız sadece estetik açıdan değil, ekolojik denge açısından da hayati öneme sahiptir. Dağlar, göller, ormanlar, denizler ve vadiler; sadece doğanın değil, aynı zamanda insan yaşamının da temel taşlarıdır. Bu alanların korunması, hem çevre sağlığı hem de yaşam kalitesi açısından zorunludur.
Kültür varlıklarımız ise kimliğimizin yapı taşlarıdır. Antik şehirler, camiler, kiliseler, köprüler, hanlar, evler ve el sanatları gibi kültürel değerler, bize kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi hatırlatır. Bu eserlerin korunması, hem tarihimize sahip çıkmak hem de kültürel çeşitliliğimizi yaşatmak anlamına gelir.
Bu değerleri korumak için bireylere ve topluma büyük görevler düşmektedir. Öncelikle farkındalık oluşturulmalı, doğa ve tarih bilinci küçük yaşlardan itibaren verilmelidir. Okullarda bu konuda eğitimler artırılmalı, toplumun her kesimi bilinçlendirilmelidir. Ayrıca sivil toplum kuruluşları, devlet kurumları ve yerel yönetimler iş birliği içinde çalışarak koruma projeleri yürütmelidir.
Unutmayalım ki, korumadığımız her doğal güzellik ve her tarihi eser, bir daha geri getirilemeyecek bir kayıptır. Tabiat ve kültür varlıklarımız, sadece bugünün değil, geleceğin de mirasıdır. Bu mirasa sahip çıkmak, hem geçmişimize saygının hem de geleceğe karşı sorumluluğumuzun bir göstergesidir.
Gelin, tabiatımıza ve kültürümüze sahip çıkalım. Gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya ve gurur duyacakları bir miras bırakalım.
Bir toplumun sürekliliği, sadece ekonomik ve teknolojik gelişmişliğiyle değil, aynı zamanda sahip olduğu değerlerin nesilden nesile aktarılmasıyla mümkündür. Milli ve manevi değerler, bir milletin kimliğini, kültürünü, inancını ve tarihsel hafızasını temsil eder. Bu değerlerin yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması, hem bireysel hem de toplumsal anlamda bir görevdir.
Milli ve Manevi Değerler Nedir?
Milli Değerler:
Milli değerler; bir milleti millet yapan, ortak tarih, dil, bayrak, vatan, kültür ve gelenek gibi unsurlardır. Türk milletinin milli değerleri arasında Atatürk’ün ilkeleri, Türkçe, İstiklâl Marşı, şehitlik anlayışı, tarih bilinci ve bayrak sevgisi ön plandadır.
Manevi Değerler:
Manevi değerler ise inanç, ahlak, vicdan, saygı, sevgi, merhamet, doğruluk, sabır ve hoşgörü gibi evrensel ve dini temellere dayanan değerlerdir. Bu değerler, insanı “insan” yapan temel öğelerdir. İslam dini, Türk toplumunun manevi hayatında önemli bir yer tutar.
Neden Önemlidir?
1. Kimlik ve Aidiyet Bilinci Oluşturur
Milli ve manevi değerlerle büyüyen çocuklar, kim olduklarını, nereden geldiklerini ve neye inandıklarını bilir. Bu da onlarda bir aidiyet duygusu geliştirir.
2. Toplumsal Dayanışmayı Güçlendirir
Ortak değerler etrafında birleşen bireyler, toplumsal huzur ve barışın teminatıdır. Empati, fedakârlık ve birlikte yaşama kültürü gelişir.
3. Ahlaki ve Vicdani Rehberlik Sağlar
Manevi değerlerle büyüyen bireyler, doğruyla yanlışı ayırt etme konusunda daha duyarlıdır. Bu da suça ve zararlı alışkanlıklara karşı koruyucu bir zırh işlevi görür.
Değer Aktarımı Nerede Başlar?
1. Aile
Değer eğitiminin temeli ailede atılır. Aile ortamı, çocuğun ilk rol modelini edindiği, davranış kalıplarını öğrendiği yerdir. Sevgi, saygı, dua, milli günlerin anlamı gibi temel öğretiler burada başlar.
2. Okul
Okullar, hem bilgiyi hem de karakteri şekillendiren kurumlardır. Değerler eğitimi, müfredatla entegre edilmeli; tarih, edebiyat ve din kültürü dersleri bu noktada kilit rol oynamalıdır.
3. Medya ve Dijital Platformlar
Günümüzde çocuklar ve gençler medya aracılığıyla şekilleniyor. Bu nedenle medya içeriklerinin değer temelli olması büyük önem taşır. Dizilerde, filmlerde, sosyal medya içeriklerinde milli ve manevi unsurların yer alması teşvik edilmelidir.
4. Toplum ve Çevre
Mahalle, cami, dernek, spor kulüpleri gibi sosyal ortamlar da değer aktarımının bir parçasıdır. Gençlerin bu tür ortamlarda aktif rol alması desteklenmelidir.
Karşılaşılan Zorluklar
• Küreselleşmenin etkisiyle kültürel yozlaşma
• Aile içi iletişim eksikliği
• Dijital bağımlılık ve sosyal medyada olumsuz içerikler
• Eğitim sisteminde değer eğitiminin yeterince vurgulanmaması
Bu zorluklara rağmen, doğru yöntemlerle değer aktarımı mümkündür.
Çözüm Önerileri
• Aile içi iletişimin güçlendirilmesi
• Değerler eğitiminin okullarda ders olarak veya ders içeriğinde verilmesi
• Rol model olabilecek öğretmen, sanatçı ve sporcuların desteklenmesi
• Gençlere yönelik sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlerin artırılması
• Medyada milli ve manevi değerlere uygun içeriklerin teşvik edilmesi
Sonuç
Milli ve manevi değerlere bağlı nesiller yetiştirmek, sadece bir eğitim meselesi değil, bir medeniyet inşası meselesidir. Toplum olarak bu ortak sorumluluğu taşımalı, geleceğimizi sadece bilgiyle değil, erdemle ve bilinçle donatılmış bireylerle inşa etmeye çalışmalıyız.
Son Köşe Yazıları
Havaların soğumasıyla birlikte kapalı alanlarda daha fazla vakit geçiriyor, bu da grip ve benzeri salgın hastalıkların h...
(13 Ekim 2025 16:44:40)
. Değerli okurlarım, Bugünkü köşe yazımda sizlere toplumumuzun son yıllardaki durumundan ve bizzat şahit olduğ...
(13 Ekim 2025 01:22:00)
İslam devletinin başında Hak ve adalet Güneşi Hazret-i Ömer (Radıyallahü Anh) vardı. O Ömer ki, Nebiler Sultanı'nın ifad...
(13 Ekim 2025 01:13:46)
Ahmed-i Bîcân bir gün, Gelibolu'nun en büyük câmisinde vâz veriyordu. Herkes huşû içinde söylenenleri dinliyordu. "...
(13 Ekim 2025 01:11:20)
Devlet, toplumun düzenini sağlamak, vatandaşların haklarını korumak ve kamu hizmetlerini yürütmekle sorumludur. Ancak bu...
(12 Ekim 2025 23:11:12)