Yetmişe merdiven dayamış bir gazeteci olarak bu ülkenin geçirdiği dönüşümleri, inişlerini çıkışlarını, büyük umutlarını da hayal kırıklıklarını da gördüm. Fakat yıllardır değişmeyen bir şey var:
Bilgiye olan mesafemiz.
Bugün hala birçok konuda, araştırmadan konuşmayı, duymadan hüküm vermeyi, yarım yamalak bilgilerle yol çizmeyi alışkanlık haline getirmiş durumdayız. Bu kimseye hakaret değil; sadece uzun yılların tanıklığının gösterdiği bir gerçek.
Sokakta, kahvede, sosyal medyada…
Fark etmiyor. İnsanlar çoğu zaman “öyle duydum, öyleymiş” diyerek inanmayı tercih ediyor. Oysa bir ülkenin büyümesi için önce soru sormayı öğrenmesi gerekir.
Sosyal medya bu alışkanlığı daha da besledi. Duyguların akılla yarıştığı, doğruluğu teyit edilmemiş bilgilerin hızla yayıldığı bir ortamdayız. Birkaç cümlelik paylaşımlar, uzun uzun emek verilmiş araştırmaların önüne geçebiliyor.
Eğitim tarafında da benzer bir tablo var. Çocuklarımıza merak etmeyi, okumayı, anlamayı değil; sınavdan yüksek puan almayı öğretiyoruz. Böyle olunca da gerçek bilgi hep geride kalıyor.
Ama değişim imkansız değildir.
Bu ülke geçmişte çok büyük işler başardı; yine yapabilir. Yeter ki öğrenmeyi küçümsemeyelim, merakı ayıp saymayalım, “bilmiyorum” demekten utanmayalım. Bilgiye saygı duyulduğu gün, Türkiye’nin önü gerçekten açılır.
Özetle mesele insanların zekası değil; bilgiden uzak durmayı normalleştiren alışkanlıklarımız.
Ve alışkanlık dediğiniz şey, istersek değişir.
Barzani’nin son Türkiye ziyaretinde korumalarının uzun namlulu silahlarla görüntülenmesi, kamuoyunda haklı olarak tartışma yarattı. Diplomatik bir ziyaretin doğal güvenlik ihtiyaçları elbette vardır; fakat Türkiye sınırları içinde yabancı bir yapının silahlı güç gösterisi yapması, egemenlik hassasiyetleri açısından dikkat çekici bir durumdur. Bu görüntüler, “ziyaret güvenliği” ile “gövde gösterisi” çizgisinin nerede başlatılıp nerede bitmesi gerektiğini bir kez daha gündeme getirdi.
Devletlerin misafirlerine sağladığı protokol ayrıcalıkları vardır, ancak bu ayrıcalıkların kamu düzeni ve siyasi sembolizm bakımından nasıl algılandığı da göz ardı edilmemelidir. Toplumda oluşan soru işaretlerinin temelinde de tam olarak bu yatıyor: Güvenlik mi, mesaj mı?
Barzani tarafının Türkiye’ye verdiği siyasi anlam ile, Türkiye kamuoyunun gördüğü güç imajı arasındaki fark, bu ziyaretin en çok konuşulan yönü olmaya devam edecek gibi görünüyor.
TBMM'de görüşülen 11. Yargı Paketi'ndeki infaz düzenlemesi, en çok bu maddeyle tartışılıyor: "Terör ve organize suçlar kapsam dışı." Hükümet, bu ifadeyle toplumdaki endişelere cevap vermeye çalışıyor. Peki bu, yasanın risklerini ortadan kaldırıyor mu?
Paket, cezaevlerindeki yoğunluğu hafifletmeyi ve "hafif suçlular" için ikinci bir şans yaratmayı hedefliyor. Ancak, kadına şiddet, çocuk istismarı veya nitelikli dolandırıcılık gibi suçların nereye konulacağı kritik önem taşıyor. Terör ve örgütlü suçların dışlanması olumlu olsa da, geriye kalan "gri alan" suçlar için aynı netlik yok.
Mağdur hakları savunucuları, denetim mekanizmalarının yetersiz kalması durumunda toplum güvenliğinin zarar görebileceği uyarısında bulunuyor. Unutulmamalıdır ki; bir yasanın toplumsal meşruiyeti, ancak adalet ve güvenlik dengesinin şeffaf bir şekilde sağlanmasıyla mümkün olur. Cezaevleri boşalırken, toplumun vicdanı ve güvenliği dolu kalmalı.
Almanya'daki marketlerde 350 liraya rahatça alınan bir kilo et, bu topraklarda 900 lirayı görüyor. Emekli maaşıyla bir kilo et almak için bir haftalık erzak parasını gözden çıkarmak zorunda kalan nineler, dedeler… Onlar bu ülke için emek verdiler, ama karşılığında sofralarından eti, hatta bazen onuru çekip aldılar.
Bu sadece bir fiyat farkı değil, bir insanlık ayıbıdır! Zamlar, enflasyon, hayat pahalılığı derken, emeklinin alım gücü eridi. Bakkala giden her vatandaş, cüzdanında taşıdığı acıyı hissediyor. Bir yanda lüks içinde yaşayanlar, diğer yanda et alamadığı için çorba ile idare etmek zorunda kalan emekliler…
Bu düzen değişmeli. İnsan onuruna yakışır bir yaşam, lüks değil, her vatandaşın hakkıdır. Sesimiz yeterince yüksek çıkmalı ki, duyanlar utansın! Etin değil, insanlığın kıymetini bilmeyenlere inat; haklı mücadelemiz sürecek.
Barajlardaki doluluk oranları düşüyor, çiftçi zor durumda, büyükşehirlerin geleceği tehdit altında.
İklim değişikliği artık uzak bir tehdit olmaktan çıktı; kapımızı çalan somut bir gerçek. Ülke genelinde baraj seviyelerinin kritik seviyelere inmesi, çiftçimizin "sulama kısıtlaması" endişesi yaşaması ve büyükşehirlerde olası su kesintilerinin konuşulmaya başlanması, durumun vahametini gözler önüne seriyor.
Kuraklık, artık sadece tarımı değil, sanayiyi, turizmi ve günlük hayatımızın her alanını doğrudan etkiliyor. "Su zengini" bir ülke olmadığımız gerçeği, eski ve kayıp kaçak oranı yüksek altyapıyla birleşince, kriz daha da derinleşiyor.
Çözüm, bireysel tedbirlerin ötesinde. Suyu akıllı yönetmek, tarımda damlama sulama gibi modern yöntemleri yaygınlaştırmak, şebeke kayıplarını azaltmak ve suyu tasarrufu bir yaşam kültürü haline getirmek artık bir tercih değil, zorunluluk. Aksi takdirde, susuzluk önümüzdeki yılların en büyük krizi olacak.
Elimi attığım her yerde bir şiir, bir dize... Kimi zaman eski bir defterin arasında sararmış bir kâğıt, kimi zaman gençliğimin unutulmaz bir şarkısının nakaratı. Şair Cemal Süreya ne güzel söylemiş: "Şiir, yalnızlığa itirazdır." Belki de bu yüzden, hayatın kalabalığı içinde yalnız kaldığımız anlarda ilk sığınağımız olur o birkaç mısra.
Gençliğimde Nâzım Hikmet'in o destansi dizeleriyle büyüdüm. "Yaşamaya dair" derdi de, kavga ederdi de, en çok da umut verirdi. "Güzel günler göreceğiz çocuklar..." mısrası, o günlerin zorluklarında bir ışık, bir dirençti hepimiz için. Sonraları, bir Özdemir Asaf olup çıktı karşıma. "Lavinia"ları, "Bana bir şeyler oluyor"larıyla, aşkın, hayatın ve insan ilişkilerinin o ince, dokunaklı hallerini anlattı. Her okuyuşumda, "Demek bunu hisseden bir ben değilmişim," dedirtti bana.
Şiir, sadece edebiyat defterlerinde kalan bir yazı türü değil. O, bir bakış, bir dokunuş, bir tebessüm. Sabah kahvaltısında içtiğimiz çayın buğusunda, akşam pencereden vuran son güneşin ışığında saklı. Şairler ise, bu anlamı yakalayıp bize hediye eden, duygu dilimize tercüman olan kıymetli insanlar.
Bugünün genç şairlerini de aynı heyecanla okuyorum. Onların dizelerinde de aynı insanlık hali, aynı özlem, aynı arayış var. Sadece kelimeler değişiyor, duygular asla...
Bu köşede, bazen bir şairin dünyasına konuk olacağız, bazen de bir şiirin bize hissettirdiklerini paylaşacağız. Çünkü inanıyorum ki, şiir, hayatı daha derinden yaşamanın, daha iyi anlamanın bir yoludur.
Öyleyse siz de kendinize bir iyilik yapın. Bugün, sevdiğiniz bir şairin kitabını elinize alın ve içinizden geldiği gibi bir sayfa açıp okuyun. Kim bilir, belki de tam o anda ihtiyacınız olan cevap, o satırların arasında sizi bekliyordur.
Kalın sağlıcakla.
Giriş:
"Manavdan aldığımız meyvenin tadı yok, marketten içimiz rahatlıkla alışveriş yapamıyoruz. Fiyatlar zaten uçmuşken, bir de 'Acaba bu ürün güvenli mi?' sorusuyla baş başa kalıyoruz. Bu, milyonlarca vatandaşın her gün yaşadığı ortak bir kaygıya dönüştü. Türkiye'nin gıda sektörü, kalite ve güvenlik anlamında ciddi bir erozyon yaşıyor. Peki, bu noktaya nasıl geldik?"
1. Sorun: Kalite ve Lezzetteki Belirgin Düşüş
2. Sorun: Delik Deşik Denetim Mekanizması
3. Sorun: Tüketicinin Çaresizliği ve Çözüm Arayışları
Sonuç ve Çözüm Önerileri:
"Gıda, sadece karın doyurma aracı değil; aynı zamanda bir güven ve sağlık meselesidir. Bu krizi aşmak için köklü reformlar şart:
Unutmayalım ki, soframıza giren her lokmanın güvenliği, kamusal bir sorumluluktur ve bu sorumluluk, hepimizin hakkıdır."
Değişim" İsteyen Muhalefete Rağmen Paul Biya Seçimi Kazandı; Muhalifler Seçime Hile Karıştırıldığını İddia Etti.
Kim? Paul Biya. 43 yıldır kesintisiz olarak Kamerun'u yönetiyor. Afrika kıtasının halen görevde olan en uzun süreli iktidardaki liderlerinden biri. 2025'te 93 yaşına girecek.
Ne Oldu? Kamerun'da düzenlenen tartışmalı cumhurbaşkanlığı seçimlerini resmi sonuçlara göre kazandığı açıklandı. Bu, onun için yeni bir dönem anlamına geliyor.
Neden Önemli ve Tartışmalı?
COP28'de hayata geçirilen tarihi fon, iklim felaketlerinin bedelini kimin ödeyeceği sorusuna yanıt arıyor. Gelişmekte olan ülkeler umutlu, ancak fonun vaatleri eyleme dönüşebilecek mi? Türkiye, bu denklemde nerede duruyor?
Güne her başlangıcının korku,endişe ve panikle
Başlarken tek dileğimiz bunun ne zaman normale döneceğini görmek.
Korkunun,acının gözyaşlarının olmadığı o günlere uyanmak.
Son Köşe Yazıları
Değerli okurlarım..İnsan beden ve ruhtan yaratılmış mükemmel bir varlıktır.Bedenimiz fani ruhumuz bâkidir.Bizi biz yapan...
(08 Aralık 2025 00:15:50)
Yetmişe merdiven dayamış bir gazeteci olarak bu ülkenin geçirdiği dönüşümleri, inişlerini çıkışlarını, büyük umutlarını ...
(07 Aralık 2025 13:07:53)
Bilmediğim diyarlarda sürgün bu gönülAhuzarda kalmış cümlelerleYarınlarda kalmış dünlerBir dem yandıkça yanar Karanlığın...
(05 Aralık 2025 13:44:50)
Günümüz dünyasında gençlik, hem büyük fırsatların hem de önemli sorunların kesişim noktasında yer almaktadır. Teknolojik...
(04 Aralık 2025 11:36:09)
Engel ne demektir? Ne için engel, kime ve neye engel? Engelliler günü ya da haftasının amacı ne? Engelli vatan...
(04 Aralık 2025 09:49:13)