Yazıma başlamadan önce geçtiğimiz günler içinde başkanlığını aldığım, Serhat Ardahan Dernekler Federasyonu, SARDAFED’in kongresi için uğradığım bir dostumun işlettiği cafe türü iş yerini devir edeceğini ve bu konuda iş çevresini az çok tanıdığını düşündüğü benden yardım istemesi üzerine, bende kendimce ‘Falan dostumun firmasının markasını taşıyan levhası buraya yakışır..’ diye düşündüğüm dostlar arasında olan dostlarla yaptığım onca telefon görüşmesi ardından diğer bir dostuma yazdığım bir mesajla güne ve yazıma başlamak isterim.
Çünkü, o görüşme ardından işletmesini yaptığı işyerini devir edeceğini söyleyen ama iş yoğunluğundan olduğunu düşündüğüm yoğunluğu dolaysıyla benden istenen bilgileri bana geç ulaştırmayı unutan dosta bu kez telefonla dönüyor sonra ondan aldığım bilgileri devir edilmesi düşünülen iş yerine levhasını asmasını iyi olacağını kendime dert edip, samimice bir düşünce ile iş yerini devir etmek isteyenden daha yoğun olduğunu bildiğim diğer bir dostuma, iş yerini devir etmek isteyen dostumdan gelen mesajla birlikte atıyordum.
Yani hepimizin içinde olduğu keşmekeşle dün dediğini, yediğini bir saat, hatta 5 dakika sonra unutan bizleri bana ve hepimize bir kez daha hatırlatan durumu anlamanız, anlamamız için bir yazı yazmaya hazırlanırken güne önce aşağıda ki mesajlarla güne başlıyordum.
Ve ilk mesajımı iş yerini devir edeceğini ve benden yardım isteyen dosta yazıyor, ‘Falan bey.. Abi sanırım unuttun istediğim bilgiler gelmedi ve senin için görüştüğüm Falan beyin karşısında yalancı duruma düşmek üzereyim..’ diyordum..
Ve ‘Fakir özür iş yoğunluğundan unuttum..’ deyip, diğer dostça benden istenen bilgileri bana yine mesaj yoluyla atan dosttan gelen bilgileri alıp, haberlerimi okutmak için sık sık haber linklerimi attığımdan dolayı beni engellediğini bana, daha önceki bir görüşmemde, ‘Çok yoğunum, onca mesaj geliyor, yoruyor..’ diyerek şakada olsa sitem eden ama yanına her gittiğimde haberlerimi, yorumlarımı okuduğunu da kendisiyle yaptığımız sohbette anladığım, algıladığımı da hatırlayıp, baba dostunun oğlu dostumun WhatsApp’ına değil, abisine mesaj atıyordum..
Ve kendisi kadar yoğun olan dostumun abisine; ‘Abi Merhaba.. Senden önce patronla telefonda dün görüştüm.. Onun istediği resim ve konum bu.. İstanbul Mecidiyeköy’de inşaatı yapılırken onca işçinin Asansör düşmesi sonucu öldüğünün unutulduğu gökdelenlerin dikildiği eski Galatasaray stadyumunun yanı başında ki yer bu..
Ve iktidara yakın 5’linin arasında bulunanların yaptığı söylenen o gökdelenlerin hemen yanında yapılan Galatasaray Otelinin olduğu ana cadde de 3 katlı ve marka olan firmanızın levhasını en güzel şekilde temsil edecek konumda olan bir yer.. Ve devir edecek..
İşletmesi Ardahanlı olan ama yer sahibi kendisi mi değil mi bilmediğim burayı devir ediyor. Ve bende telefonda MANDIRA FİLOZOFU filmine başrolü oyuncularından olduğunu düşündüğüm patrona telefon açtım kendisine anlattım.. Oda ilgililere baktırmak için benden yer konumu ve resim istedi..
Şirketinizin yönetiminde olan senin de ilgileneceğini düşünerek bunları, bu mesajımla kendisine, yani patrona ulaştırırsan sevinirim.. Filan isimli hemşerim ‘Bana birini bul, burayı devir edeceğim’ deyince sizin firmanızın orada olması gerekir ve sizin burayla ilgileneceğinizi düşünerek bu mesajı sana ve patrona yazdım. saygılar.. Fakir Yılmaz Gazeteci’ diyerek, kendilerine devir edilmesini düşündüğüm iş yerine levhasını asmasını umduğum diğer dostumun abisine yazıyordum.
Ve onun da Mandıra Filozofu’ filminin aktörlerinden olduğunu bildiğimden kendisinden ne ‘Tamam’ ne ‘teşekkür’ diye bir mesaj bile alamıyordum..
Bu arada, ‘yeni çay yaptım içer misin?’ diyen ve ‘İçerim, içmem’ demeden ve beni beklemeden kulplu bardağa çayı, ‘Ütüm kaldı’ diyerek al acele dolduran hanıma dönüp, yaşanan durumu anlatıp, içinde olduğum hayatın keşmekeşliğinin birlikte gülüp, geçerken konuyla ilgili yazmayı düşündüğüm yazımın keşmekeşli gündemden etkilenmemesi için günün son dakika haberlerine bakmadan, izlemeden yazmaya başlıyordum.
Ve zaman zaman çıktığım yoldan saparak yaptığım görüntülü haberlerimde, ‘Gazeteci yine yoldan çıktı.. Sizde benim gibi arada bir de olsa yoldan çıkın..’ derken ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anlayıp, hem o dostlara, hem size hem de kendime bir kez daha acıdım..
Buna neden ise; Yeniden başlayan stresi bir günün daha keşmekeşi içinde yazımı, haberlerimi yazmak, gelen telefonlara cevap vermek, aramam gerekenleri aramak için güne başlamaya hazırlanırken aslından dün geceyi de boş verip, erkenden uyuduğumu ve bir hayli dinç uyanmanın enerjisiyle başına geçtiğim bilgisayarımda önüme düşen ‘Mandıra Filozofu’ isimli youTube videosu aracılığı ile uzun süredir gitmediğim, gidemediğiniz sinema filmlerinden olan filmi birlikte izlemek için yanıma çağırdığım eşimle birlikte sabah sabah gerçek hayatı yaşayamadığımızı anlamamdı..
Evet, tik, tok diyerek ses veren ve art arda gelen WhatsAAp mesajlarının, ‘kimden acaba?’ diyerek kulak kabartan eşimin, yerlerini, oynattıkları filmlerin adlarını unuttuğumuz sinemadaymışız gibi yanımda oturup, birlikte izlediği ‘Mandıra Filozofu’ adlı sinema filmi aslında hepimizin yaşamak istediği ama başta para olmak üzere bir çok konuyu dert edip, hızla gelip, geçen ve bir sabah selâh ile sonuçlanacak olan, iki metrelik toprağın beklediği hayatımızı bitiren gerçek yaşamın bir filimiydi..
Çünkü, ‘olmazsa yaşamın tadı olamaz’ denen paraya karşı olan ‘Mandıra Filozofu’ adlı sinema filmin başaktörü Mustafa Ali, çoğumuzun yoldan çıkıp gidip, oncasının etrafımızda, yakınımızda olmalarına karşın gidip, göremediği ve gerçek hayata yaşam veren etrafımızda ki doğa gibi her geçen gün biraz daha betonlaştığı Muğla’nın Milas ilçesine bağlı bulunan Çökertme köyünde, şehir hayatından uzak yaşamanın asıl hayat olduğunu anlatan ‘Mandıra Filozofu’ adlı sinema filminin başaktörlerinin Müfit Can Saçıntı ile Rasim Öztekin değil, hepimizdik..
Yavuz Bahadıroğlu‘nun, ‘Keşmekeş’ adlı kitabında yaşayabilmek için doğanın verdiği imkânların yeterli olduğunun felsefesini unutup, başta İstanbul’da olmak üzere hayatı özünden kopararak yaşandı sanılan sarsıntının enkazı enkaz altında kalanların yahut kurtulanların hikayesi dediği keşmekeş için de yaşamı unuttuğumuzu farkına varamadığımız kentlerden biri olan İstanbul’da yaşayan zengin iş adamı Cavit’in, Mustafa Ali’nin arazisini alarak otel yapmak istemesi ile Mustafa Ali’nin bize anlatmaya çalıştığı gerçek hayatın para olmadığını beyaz perdeye aktaran ‘Mandıra Filozofu’ adlı sinema filmi aslında hepimizin birer Mandıra Filozofu olması gerektiğini de bizlere hatırlatıyordu..
Ve Kuzeni Şükrü’nün aşık olduğu kız Gülşah ile evlenebilmek için Gülşah’ın babasının önlerinde bulunan yerde ki cenazenin olduğu evde kızını işsiz dediği birisine vermeyeceğini, kızının yerine damat adayından minibüs istemesi sebebiyle Mustafa Ali’nin ortak olan arazinin satılmasını istemesi bizlerin paylaşamadığı ama aslında sonuçta bir, iki karış toprakla sonuçlanacak olan miraslar yüzünden açılan davaları da hatırlatan ‘Mandıra Filozofu’ adlı sinema filmini komedi diyerek izlerken, kendi halimize ağlamamız gerektiğini de düşündürüyordu.
Uzun yıllardır yoğun iş temposunda çalışan, toplantılardan çıkmayan zengin ve türkücü başkanımızın Özel yatı gibi her türlü imkana sahip birisi olan filimin diğer başaktörü Cavit bey’in ne doğru düzgün tatil yapabildiğini ne de hayatın tadını çıkarabildiğini anlatmaya çalıştığını da beynimize işleten ‘Mandıra Filozofu’ adlı sinema filmin de asıl gülünecek olanın Cavit beyin eşi diye rol alan sanatçının kendisine devamlı diyet yaptırması ve arkadaşı, çevresiyle eşi Cavit beyin kazandıklarını keyifle yemesidir..
Yani, ‘Sen çalış, çırpın, al, biriktir, yap, taş üzerine taş koyayım..’ diye kendini paralarken ‘kazandım’ diye topladıklarının bir kefen bezi kadar değerli olduğunu anlatır sizin de kendi hayatınızın filmi olarak değerlendireceğini ve ben ne yapıyorum bugünün dün olmaya çok az kaldığını hatırlatacak diye düşündüğüm, ‘Mandıra Filozofu’ adlı sinema filmi..
Ve Mustafa Ali (Müfit Can Saçıntı) en sonunda Cavit bey’i (Rasim Öztekin) i zorda olsa ikna edip yani hepimizin yaşadığı o keşmekeşli yoldan çıkardığı ve kendisi gibi şehirden uzak yaşayabilmek için doğanın ve o çok abarttığımız hayat keşmekeşinin bir iki küçük çaba ile daha güzel olacağını anlatıyordu, ‘Mandıra Filozofu’ adlı sinema filmi..
Ve içine girip, tıkandığımız o yoldan çıktığımız takdirde o çıktığımız yolun bizi yormayacak, hayatı tattıracak olan çabanın verdiği imkânların yeterli olduğu felsefesini unuttuğumuzu anlatmak içindi ‘Mandıra Filozofu’ adlı sinema filmi..
Haydi o zaman her gün girdiğimiz, tükenip, bittiğimiz şu yol vermeyen keşmekeş hale soktuğumuz hayatın trafiğinden çıkıp, yani benim haberlerimi yaptığım esnada dediğim gibi sizde bugün gecikmeden şu içinde çıkılmaz olan yoldan çıkıp, hemen sağımız yada solumuzda bulunan ve Çökertme köyüne, köylerine, doğaya, güzel yaşama giden yola girin..
Ve o çıktığınız yolda yeni ve daha anlamlı bir hayatın sürülebileceğini anlamak için ‘Mandıra Filozofu’ adlı sinema filminin baş aktörü olmayı bir deneyin, deneyelim.. Çünkü bugünde dün olmaya ve betonlaştırdığımız doğada yer kalmadığından bir değil, bir kaçımızın aynı yerde üst üstte uzatıldığımız Zincirlikuyu’ya az kaldı.
Son Köşe Yazıları
AFFETME VE YÜZLEŞME Eğer birey, affetmeye karar vermişse değişim ve tekâmül tekniklerini uygulayarak her gün değişm...
-(2025-11-27 12:16:01)
1. Düzenli ve Planlı ÇalışmakBaşarının en önemli şartı, rastgele değil planlı bir şekilde çalışmaktır.• Günlük veya haft...
-(2025-11-27 08:56:46)
"Öğretmenler, yeni nesil sizin eserinizdir" diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, öğretmenlik mesleğinin ne kadar ...
-(2025-11-26 13:41:51)
Atatürk'ün başöğretmen olarak kabul edildiği 24 Kasım günü ülkemizde her yıl öğretmenler günü olarak kutlanır....
-(2025-11-24 22:46:45)
Başarılı bir öğretmen olabilmek, sadece eğitim bilgisiyle sınırlı değildir. Öğretmenlik, öğretim sürecini sadece bilgi a...
-(2025-11-24 22:22:44)